
Soğuk Rüzgarın Fısıldadığı: Hikaye
Soğuk Rüzgarın Fısıldadığı…
Bir kasaba vardı, her sabah sisle uyanır, geceleri ise soğuk rüzgarın uğultusu kasabanın derinliklerine kadar sızardı. İnsanlar, sabahları hava kararmadan evlerinden çıkmaya özen gösterirlerdi. Çünkü rüzgarın taşımış olduğu şeyin farkındaydılar. O rüzgar, sadece soğuk değil, aynı zamanda kasabanın terkedilmiş ve kaybolmuş geçmişinin yankılarıydı.
Bir gece, kasabada yaşlı bir kadının kaybolduğu duyuldu. Aramalar uzun sürdü ama ondan hiçbir iz bulamadılar. Etrafındaki insanlar, kadının kaybolduğu gün rüzgarın daha sert estiğini ve garip bir şekilde uğuldamaya başladığını hatırlıyorlardı. O günden sonra kasabanın havası değişti. Soğuk, kasabanın içine kadar sızar oldu. Rüzgar, her gece biraz daha sert esiyor, uğultusu kasabanın her köşesinden duyuluyordu.
Bir akşam, kasabanın gençlerinden biri olan Emre, rüzgarın uğultusunun farklı bir ton aldığını fark etti. Dışarıda bir şey vardı. Kimseyi dinlemeyip, yalnız başına geceyi geçirebilmek için kasabanın dışında terkedilmiş bir malikaneye gitmeye karar verdi. Kapalı pencerelerden içeri süzülen ay ışığı, evin karanlık duvarlarına yansıdığında, Emre bir şeyin farkına vardı. Havanın içindeki soğukluğu hissedebiliyordu, ama sadece vücudu soğumuyordu. Bir şeyler vardı. Bir şey onu izliyordu. Rüzgarın uğultusu daha da şiddetlendi.
Adımlarını hızlandırdı, ama kasabanın dışındaki yolun karanlığı her geçen dakika daha da derinleşiyordu. O an rüzgar birden kesildi. Tam o anda, uzaklardan bir fısıldama duydu. İlk başta rüzgarın sesi sandı, ama ses giderek daha netleşti. Birinin adını çağırıyordu. “Emre…”
Bunun bir yanılsama olduğunu düşündü, belki de kasabanın soğuk havası, hayal gücünü etkiliyordu. Ama ses, o kadar yakındı ki, adeta kulağının dibindeydi. Bütün vücudu titremeye başladı. Bir adım daha attı ve ardından keskin bir fısıldama duydu: “Gel… Buradayım…”
Rüzgar yeniden yükseldi, ama bu sefer yalnızca bir uğultu değil, derin, hüzünlü bir çığlık gibi yankılandı. Emre irkilerek arkasına döndü. Karanlıkta bir figür belirdi. Ama bu, bir insan figürü değildi. Silueti, kasvetli ve belirsizdi. Yavaşça adım attı, her hareketi rüzgarın uğultusuyla birleşerek kasvetli bir melodik ses gibi yayılıyordu.
İçindeki korkuyu yenerek, geri dönmeye karar verdi. Ancak adımlarını atarken, her şey tuhaflaşmaya başladı. Etrafındaki her şey, kasaba değil de bir başka dünyaya aitmiş gibi görünüyordu. Bir anda, tüm kasaba boşalmış gibiydi. Sesler ve görüntüler yok olmuş, sadece rüzgarın fısıldamaları ve Emre’nin kalp atışları kalmıştı.
Derken, bir fısıldama daha duydu: “Beni bırakma, seni bekliyorum.”
Emre donakaldı. Ardına bakmadı, ama bir şey ona her an yaklaşıyordu. O an, o sessizliğin içinde bir bilgelik fark etti: Rüzgar, sadece geçmişin değil, aynı zamanda kasabanın kaybolmuş ruhlarının fısıldadığı bir güçtü. Bir güç, yıllardır uyuyan, şimdi uyanan ve sonsuza kadar onlara bağlı kalan bir şeydi.
O gece, kasaba bir daha eski haline dönmedi. Rüzgarın fısıldadığı o korkutucu sesler kasabanın her köşesine yayıldı. Emre, kasabayı terk edenlerden biri oldu, ama o fısıldamanın ne olduğunu asla unutamadı.